TARİHÇE
Kızılhisar'ın, şimdiki Kaya Mahallesi nin bulunduğu yer ve civarında M.Ö. 1500-1400 yıllarında Eti'ler (Hititler) tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Kızılhisar 200 yıla yakın Eti İmparatorluğunun, M.Ö. 1200 yıllarında İonlar- Akarların, M.Ö. 800 yılında Lidyalıların, M.Ö. 546 yılında Perslerin, M.Ö. 440 yılında Karyalıların M.Ö. 334 yılında Makedonyalıların, M.Ö. 200 yılında bu imparatorluğun parçalanması üzerine Selevkosların, M.Ö. 133 yılında da Roma İmparatorluğu'nun idaresinde kalmıştır.
M.S. 1077 yılında Anadolu Selçukluları'nın yaptıkları savaş neticesinde, Roma İdaresi'nden kurtularak, 1308 yılına kadar Selçuklular'ın idaresi altına girmiştir.1292 yılında Cengiz Han'ın idaresine giren Kızılhisar, 1402 yılında Timur tarafından tekrar Germiyan Oğulları beyliğine bağlanmıştır. 1292 yılında Cengiz İmparatorluğu'nun tanınmış şahsiyetlerinden Ketykavus'un ölümü ve 1300 yılında İlhanilerin tahtına sahip Ebusait Bahadır Han'ın küçük olması dolayısıyle Kızılhisar, Gölhisar Sultanlığı tarafından idare edilmiştir. Gölhisar Sultanı Mehmet Çelebi'nin 1325 yılında ölmesi üzerine 1326 yılında Germiyanlarla savaş ilan edilmiş ve bu sene içinde Kızılhisar ve yöresi Kütahya'da bulunan Germiyanların eline geçmiştir. Böylece Kızılhisar 1429 yılından İstiklal Harbine kadar Osmanlı İmparatorluğu'nca idare edilmiştir. 1300-1310 yıllarında taş ve tuğladan yapılan küçük bir Hisardan dolayı, Kızılhisar adını almıştır. Bu isim de tuğla ve toprağının kırmızı olması nedeniyle verilmiştir. Halk dilinde bu yerde kızıl isimli asi bir şahıs varmış. Kendisine karşı gelenleri astırırmış ve bundan dolayı “Kızılasar”denilmekte ise de bu tamamen bir rivayetten ibarettir. XVI. yüzyılın başlarında Karaaağaç ovasına hakim; Yören Dağı eteğinde önce Kepez sonra Yerlikaya adıyla köy olarak kurulmuştur. Kızılhisar'ın 1429 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içine alınmasından sonra Değirmen deresi önündeki Cevizler (Karaağaçlar), Honaz Dağı eteğindeki Eğrikavak, Alaylı, Harami (Akmazca), Yağlıhan, Kısmen Boyralı-Karacaören, Meleş-Menengeç ve en sonrada (1760 yılında) Omurtakta bulunan küçük oba ve köyler yerlerinden kaldırılarak burada toplanmasıyla büyümüş olan Kızılhisar, mahalleler kurulduğunda Kaya, Orta, Pınarcık, Aşağı ve Yenice olmak üzere 5 mahalleye ayrılmış ve 5 muhtarlık tarafından idare edilmeye başlanmıştır.
Kızılhisar yöresindeki ve yukarıda isimleri belirtilen küçük oba ve köylerin, Oğuz Türkleri-Türkmenler tarafından kurulduğu, adet, ırk, dil, din ve ananelerine bağlı bulundukları bir gerçektir. Kızılhisar ve çevresi Oğuzlar ve bunların bir kolu olan Avşarlar tarafından kurulmuştur.
Osmanlı Devletinde 2 Eylül 1858 tarihli İdari taksimata göre ülke; Eyalet, Kızılhisar'ın İlçe olması için 1950, 1963 ve 1984 yıllarında yapılan müracaatlar sonuçsuz kalmıştır. 1987 yılına kadar Acıpayam ilçesine bağlı kasaba olarak faaliyet gösteren Kızılhisar, 19.06.1987 tarih ve 3392 sayılı Kanunla 103 İlçe kurulmasıyla Kızılhisar da bunlarla birlikte “İlçe” olmuştur. Kızılhisar adı da “Serinhisar” olarak değiştirilerek, 02.09.1988 tarihinde İlçelik resmen törenle açılarak kurumlar süratle kurulmuştur.
COĞRAFİK YAPISI
Serinhisar İlçesi; Ege Bölgesi'nin iç kesiminde yer alan Denizli İli'ne bağlı bir İlçedir. İlçe toprakları Denizli İli'nin güney yönünde bulunmakta olup, topraklarının hemen hemen tamamı Akdeniz Bölgesi içerisindedir. Nitekim İlçenin kuzey sınırı Ege Bölgesi ile Akdeniz Bölgesinin sınırını oluşturmaktadır. İlçe kuzeyden Denizli, güney yönünden Acıpayam, batıda Tavas, doğuda Acıpayam ilçesine bağlı Yeşilyuva Kasabasıyla çevrilmiştir. İlçenin rakımı1000 metredir. Serinhisar, Göller yöresi iklimi sahasında yer almakta olup bulunduğu alan tabi orman sahasıdır. Tahrip edilmiş ormanlık alanların,
yeniden ağaçlandırılma çalışmaları devam etmektedir. İlçenin ağaç örtüsü ile kaplı son derece güzel tabiat güzelliğine kavuşabileceği bunun yanısıra mesire yeri ve av alanları da oluşacaktır. İklim olayları incelendiğinde, aynı zamanda bir yayla ikliminin varlığı ortaya çıkar. Bu arada taşıdığı özellikleriyle büyük ölçüde İç Anadolu karasal iklimine de yaklaşır. Serinhisar İlçesi iklim bakımından bir geçiş alanında bulunmaktadır. Kareleme metoduyla yapılan yüzölçümü hesaplamasına göre Serinhisar İlçesinin yüzölçümü 274 kilometrekaredir.
EKONOMİK DURUM
Serinhisar İlçe merkezinde halkın geçim kaynaklarının başında leblebicilik, tütüncülük, nakliyecilik ve pazarcılık gelmektedir. İlçede fason üretim yapan 2 tekstil atölyesi de bulunmaktadır. İlçe merkezi nüfusunun %50'si leblebi üretimi ile uğraşmaktadır. Leblebi üretiminin ilçemizdeki geçmişi yaklaşık 30 yıl öncesine dayanmaktadır. Hammadde olan nohut Uşak ve Balıkesir İllerinden temin edilmektedir. Şu anda yaklaşık 103 tane imalathane vardır. malathanelerin tamamına yakını
aile işletmesidir.
Yatağan Kasabası'nda bıçak üretimi yapılmaktadır. 3021 nüfuslu kasaba halkının yarısı geçimini bıçak üretiminden sağlamaktadır. Kasabada bıçak, bağ makası, çekiç, testere, köstebek tüfeği, çakı, kapan üretimi yapılmaktadır. Üretim genelde aile işletmelerinde gerçekleşmektedir.
NÜFUS
İl/İlçe | 2017 Nüfusu | 2018 Nüfusu | Yıllık Nüfus Artış Hızı 2017 (‰) | Yıllık Nüfus Artış Hızı 2018 (‰) |
| | | | |
Serinhisar | 14.488 | 14.430 | -0.77 | -0.40 |
| | | | |
1864'deki düzenlemede Kızılhisar yine köy olarak bırakılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında eyalet olarak Konya'ya, sancak olarak Burdur'a bağlanmış ve bu durum uzun süre devam etmiştir. 1870 tarihli Osmanlı Nizamnamesine göre; Acıpayam'ın 1871'deki Kazalığı üzerine, Kızılhisar Acıpayam'a bağlanmıştır. 1883'e kadar İzmir'e bağlı olan Denizli Sancağına bağlanmıştır.1910'da idari değişikliğe uğrayan Denizli bağımsız mutasarrıflık olmuş ve 1923 yılında Cumhuriyetin ilanıyla “İl” haline gelmiştir.1923'de Köy idaresi olan Kızılhisar da, Nahiye Müdürlüğü 1930 yılında kurulmuş ve ilk Nahiye Müdürü Ahmet Hamdi Bey olmuştur.
Denizli'nin en büyük nahiyelerinden hatta kazalarından da büyük olan Kızılhisar, pek çok çaba ve girişimlere rağmen ilçe yapılmamıştır. Bunda Kızılhisar'daki ağaların etkisi olduğu gibi Denizli ve Acıpayam'a yakınlığı da etkili olmuştur. Bir ara Sulh Hukuk Mahkemesi ve Nüfus Teşkilatı gelmesine rağmen bu durum sürekli olmamış ve bir süre sonra kaldırılmıştır. (1957- 1975)
YATAĞAN KILIÇLARI
Tüm dünyada “Türk Kılıcı” olarak bilinen Yatağanlar, keskinliği ve sağlamlığı kadar göz alıcı bir sanat eseri olarak da adından söz ettirir. Yatağanlar kılıcın görevini yapmakla birlikte ondan form, yapı ve ölçüler yönünden farklılıklar gösterir. Kemik, boynuz, gümüş veya fildişinden yapılan kabzanın baş kısmı iki geniş kulak şeklinde sağa ve sola ayrılır. Bunlar yatağanın hamle sırasında elden çıkmasını önlediği gibi sahibini düşmana karşı daha avantajlı kılar. Bir “Y” harfi meydana getiren kabza, enli ve kalın bir metal bilezik altında namlu ile birleşir. Kabza zırhlı altın tombaklı bakırdan yapılıp mercan, zümrüt ve yakut gibi kıymetli taşlarla bezendiği gibi tamamen gümüşten yapılan kabzaların da değerli taşlarla süslendiği görülür. Aynı süslemelere kılıcın kınında da rastlanır. 60-80 cm uzunluğunda içe doğru kıvrık uç kısmı hariç 3-4 cm'den oluşan yatağanın sırtı kalın ve demir; ön kısmı ise ince çelik ancak keskin ve dayanıklıdır. Özenle su verilerek çeliğe dönüştürülen Yatağanı diğer kılıçlardan ayıran en önemli özellik budur. Daha çok yeniçeriler ve zeybeklerin kullandığı yatağanlar, kılıçtan daha küçük ve hafif olduğundan belde taşınması daha kolay bir silahtır. Yatağanın ağzının çok keskin olmasından dolayı kullanmada da belirli kurallar getirilmiştir. Eğer yiğit, karşısında muharebe ettiği kişi zayıf ise yatağanın ağzı ile değil de sırtı ile müdahale eder.
16. yüzyılın ortalarından itibaren yapımına başlanan ve 19. Yüzyılın sonlarına kadar kullanılan bu kılıçları, Yeniçerilerin bellerine bağladıkları, meşinden yapılan silahlığın içine yanlamasına yatık olarak koydukları ve öyle taşıdıkları için “yatağan” adı verildiği söylense de; “yatağan” isminin tarihte bu kılıçların yapıldığı yer olan Denizli'nin Yatağan beldesinden aldığı daha güçlü bir rivayettir. Bir iskan yeri olarak Yatağan ismi ise, Selçuklu komutanlarından olduğu rivayet edilen, Yatağan Baba namıyla maruf Osman Bey'in lakabıdır. Yatağan'ı fethettikten sonra buraya yerleşen ve demircilikle uğraşan Osman Bey, yörede Yatağan Baba adıyla nam salmış ve öldükten sonra da (1274) buraya defnedilmiştir. Yatağan Baba sadece adını vermekle kalmamış, kasabada üretilen ve tüm dünyaya nam salan kılıçların da isim babası olmuştur.